Kitabın arka kapak yazısı :
Kültürlerin kaynağı olan yapıtlar vardır : Destanlar, söylenceler, halk öyküleri, gezi anlatıları. Tanrı aşkını işleyen şiirler... Bunları sıralarken önemsizmiş gibi görünen gülmece fıkralarını, gülüp geçilen öykücükleri de unutmamak gerekir... Kendimizi düşünerek adlandırırsak şöyle diyebiliriz : Yunus, Mevlana, Evliya Çelebi nasıl Anadolu kültürünün temel taşlarıysa, Nasrettin Hoca da öyledir. Bizde Halkbilim uzmanları Nasrettin Hoca'yı özel bir önemli ele almışlardır. Buna karşılık yayınevleri Nasrettin Hoca fıkralarına genellikle çocuk kitapları arasında yer vermişlerdir. Elinizdeki kitapta ise büyükler için derlenen Nasrettin Hoca fıkraları yer alıyor. Memet Fuat'ın hazırladığı 400 Nasrettin Hoca fıkrasını günümüz Türkçesiyle okumak sizlerin de hoşuna gidecek.
Kitabın başındaki incelemeden parçalar :
NASRETTİN HOCA ÜSTÜNE
Halkbilimi uzmanları Nasrettin Hoca'yı özel bir önemle ele almışlardır. Folklor araştırmacılarımızın en büyüğü Pertev Naili Boratav bu halk bilgesi üstüne nerdeyse bir ömür boyu çalışmış, ortaya dev bir yapıt çıkarmıştır.
Buna karşılık, yayınevlerimiz, Nasrettin Hoca fıkralarına genellikle çocuk kitapları arasında yer vermek eğilimindedirler. (...)
Büyükler için derlenen yapıtlarda ise günümüzün diliyle Nasrettin Hoca fıkralarının nasıl anlatılması gerektiği konusu üstünde pek durulmadığı görülür.
Nitekim 1972'de Samim Kocagöz, 1988'de Aziz Nesin bu konuyu irdeleyerek bazı örnekler yayımlamak gereğini duymuşlardır.
Büyükler için derlenen 12 Nasrettin Hoca kitabını gözden geçiren araştırmacı A. Esat Bozyiğit şöyle der :
"Bunlar, ard arda sıralanmış, konu sınıflandırması yapılmamış, bazıları 2-3 sayfa uzunluğunda kaleme alınmış, masallaştırılmış, öyküleştirilmiş fıkralar yığınıdır. Pek çoğu Nasreddin Hoca mizahını yansıtan süssüzlük, kısalık, akla sesleniş, kesin yargısını en sona saklama özelliklerini taşımasa da eskilerin deyimiyle 'Faydadan hâli değildir.'"
Bu sözlerdeki olumsuz eleştiri, bilginlere, araştırmacılara yönelik değil. Yetersiz bulunanlar, daha çok anlatıcılar, işe sanatçı olarak katılanlar.
Bilginler eski yazmaları araştırmak, fıkraları bulmak, bölümlemekle yetinirler. Örnekse Pertev Naili Boratav'ın kitabından kısa bir fıkrayı okuyalım :
Nasraddîn Hoca bir gün Sivri-Hisâr'da câmi'de menbere çıkup va'z u nasîhat ederken ayıtmış : "Müslimânlar! Varun Tanrı'ya şükr eylen kim deveye kanat vermemiş. Eger kanadı olaydı uçup bacalarınıza konup yıkardı." demiş. - Söz dahı burada tamâm olur. |
Bu fıkranın böyle kalmayacağı, zaman içinde gerek dilin, gerek konuşma özelliklerinin geçireceği değişmelerden etkileneceği, dahası yazarların biçemlerine göre gelişeceği, güzelleşeceği ya da yozlaşıp çirkinleşeceği açıktır. (...)
Elinizdeki kitapta, fıkralar günümüzün Türkçesine aktarılırken kaynaklarına yaklaştırılmaya çalışıldı, ama sonradan yapılan (...) olumlu katkılar da dışarda bırakılmadı.
Eflâtun Cem Güney, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Nasrettin Hoca fıkralarının nasıl yazılması gerektiği konusundaki görüşleriyle uyarıcı olmuş kişilerdir.
A. Esat Bozyiğit'in, büyükler için derlenen Nasrettin Hoca kitaplarındaki fıkralar için, 1996'da yayımlanan yazısında ileri sürdüğü, "pek çoğu Nasreddin Hoca mizahını yansıtan süssüzlük, kısalık, akla sesleniş, kesin yargısını en sona saklama özelliklerini" taşımaz görüşünü, onlar da kitaplarının başına sonuna ekledikleri yazılarda yıllar önce savunmuşlardır. (...)
Fıkra anlatmada tutumluluk, anlatımı süslememek, öykülemeye kaçmamak ilk koşul. Ama dilden dile, kalemden kaleme geçerken ortaya çıkan olumlu katkıları da gözden kaçırmamak koşuluyla.
Eski yazmalarda bir de, fıkrayla öykü arası, daha uzun Nasrettin Hoca anlatıları var. Onları aktarırken de süsleme özlemine kapılmamak, tutumluluktan vazgeçmemek gerekiyor.
Nasrettin Hoca'nın yaşamı üstüne kesin bilgiler olmamakla birlikte, genellikle, XIII. yüzyılda, Anadolu Selçukluları döneminde yaşadığı görüşü benimseniyor.
Yakıştırma yaşamöyküsü şöyle özetlenebilir :
Nasrettin Hoca 1208 yılında Akşehir'den 108 km uzaklıktaki Sivrihisar kasabasının Hortu köyünde doğdu. Köy imamı olan babasının adı Abdullah, anasının adı Sıdıka idi.
Mahalle okuluna Hortu'da başladı. Bir kıtlık döneminde ailesinin Sivrihisar'daki akrabalarının yanına göç etmesi üzerine öğrenimine bu kasabadaki medresede devam etti.
Daha sonra fıkıh (şeriat bilgileri) okumak için Konya'ya gönderildi. Orada ünlü İslam bilgini Seyyid Mahmud Hayranî'nin öğrencisi oldu.
Ramazanda ya da tatillerde bütün medrese öğrencileri gibi "cerr"e çıkarak köy köy dolaştı, imamlık, vaizlik yaptı. Böylece dünyaya açıldı, değişik yapıda insanları tanıdı.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Konya'da kadı adayı olarak çalıştı. Bir süre sonra bu görevden ayrılarak Akşehir'e döndü, İmaret Medresesi'nde öğretmenliğe başladı. Evlendi. Çoluk çocuk sahibi oldu.
Selçuklular 1243'te Kösedağ savaşında Moğollara yenilince, Anadolu halkı düşman boyunduruğu altına girdi. Moğol şehzadesi Keygatu otağını Akşehir'de kurdu. Timur'a yakıştırılarak anlatılan fıkraların bu şehzadeyle ilgili olduğu sanılıyor.
Nasrettin Hoca 1284'te, 76 yaşında, Akşehir'de öldü. Türbesi de ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği bu Selçuklu kentindedir.
26
Bu yaşamöyküsü kanıtsız olsa da, tarihte Nasrettin Hoca adında birinin yaşadığı, anlatılan fıkralardan bazılarının onun başından geçtiği yadsınamaz.
Bunların hangi fıkralar olduğu bugün bilinemiyor. Bilinmesine pek önem verildiği de yok.
Hangi fıkraların
yaşamış Nasrettin Hoca'nın başından geçtiği, hangilerinin ona sonradan yakıştırıldığı bilinse ne olacak?
Bir yana atılacak mı sonradan yakıştırılanlar?
Konuyu çok önemseyen Samim Kocagöz'e Pertev Naili Boratav şöyle demiş :
"Nasrettin Hoca'nın XIII. yüzyıl içindeki gerçekten kendisinin olan fıkralarını saptamak güçtür. Öznel bir tutum, tez olarak kabul edilebilir." (...)