Annem öylesine zorlamasa yazar olur muydum, bilmiyorum... Daha okuma yazma öğrenirken, Mithat Paşa köşkünde, Nâzım'ı taklid eden bir şiir patlatmıştım... Kendi eğri büğrü yazımla yazdığım basamaklı bir şiir...
Selma Teyzem bu şiirle bütün ev halkını dolaşmış, Nâzım'dan da gülücüklü bir "Bravo" almamı sağlamıştı.
Oysa ben o şişirme şiirin güzel olmadığını biliyordum, Nâzım'ın bravosunun da hatır işi olduğunu sezmiştim.
Tabanca atıldı
Hırsız kaçtı
Polis koştu
Karakol boşaldı
Dan!
Dan!
Dan!
Tabanca atıldı
Hırsız yakalandı
Komiser geldi
Karakol doldu
Dan!
Dan!
Dan!
Daha sonra başka şiirler de yazdım mı? Yazmış olmalıyım, ama aklımda kalmamış...
Adımın şaire çıkmasına bu şiir yetti. Önüne gelen, "Yeni şiirler var mı?" diye sormaya başladı.
Oysa ben mimar olacaktım. Bütün gün Adnan Ağabeyle birlikte plan çiziyor, maket yapıyordum. Nâzım'la Vedat sabah gidip akşam geliyorlardı. Adnan Ağabey'le ise evde hep beraberdik. Kahvaltıdan sonra doğru salona geçer, çalışmaya başlardık. Oturma odası ile salon ayrıydı. Adnan Ağabeyin çizim tahtası şöminenin önünde hazır beklerdi. Plan çizdiği ya da "devr-i daim" makinesi tasarladığı günler, ben de yanına kendi küçük masamı yerleştirir, plan çizerdim. Maket yaptığında ise ortadaki büyük masanın başında onun yardımcısı olurdum. İşe katkıda bulunmamı sağlamak için, ulaşabileceği şeyleri bile benden isterdi.
Mimar olacağım kesindi. İlkokul, ortaokul, lisenin son sınıfına kadar... Büyüdüm, Adnan Ağabeyden uzaklaştım, bu kararım hiç değişmedi...