NÂZIM HİKMET : İYİ İNSAN
Gene o sözlerle başlamak istiyorum : "Nâzım Hikmet'i anlamak isteyenler önce 'iyilik' konusu üstünde durmalıdırlar. Yakınları, 'Nâzım'ın başına ne geldiyse iyiliğinden gelmiştir,' derlerdi. Toplumsal alandaki davranışları da, inancı da, kavgası da, arkadaşlarıyla, kadınlarıyla ilişkileri de, hep kişiliğinin en belirgin özelliğinin, 'iyiliği'nin etkisinde biçimlenmiş olan şair, yaşamının en büyük acılarını da bu yüzden çekmişti."
Memleketine, memleketinin insanlarına, Türk diline bağlılığı inanılmaz bir özveriyle sarmaş dolaştı. Yaşamının son yıllarında keşke dağlara çıksaydım da, yurdumdan ayrılmasaydım diye düşünecek kadar sıla özlemi içindeydi.
Halkının buğusundan, dilinden uzak kalmamak için, belki, öldürülme korkusuyla yaşamaya bile katlanabilirdi, ama dayanamayacağı bir şey vardı : Kavganın dışına düşmek.
Öldürülme korkusu insanlardaki ortak bir duyguya dayanan, kolayca kabul edilecek bir gerekçe. Sanırım onu Türk insanından, yurdundan uzaklara savuran, bir o kadar da yazdıklarını yayımlayamama, sesini duyuramama korkusuydu. İyiliğini, içinde sürekli diri tuttuğu güzel günlere ulaşma umudunu halkıyla paylaşmasına, şiirlerini yayımlamasına engel olunacağı açıkça belli edilmişti.
Yapıtlarının yıllarca Türk halkından uzak tutulması, onun gibi varlığının soyut somut her parçasını memleketinin insanlarıyla paylaşmak isteyen bir şaire yapılabilecek en ağır işkenceydi.
Cezaevinden çıkmıştı, ama bu işkence sona erecek gibi görünmüyordu. İzin verilmeyecekti halkıyla kucaklaşmasına...
"Bu bale her yerde oynanacak, New York'ta, Paris'te, Moskova'da oynanacak. Ama ben asıl İstanbul'da oynanmasını isterim. Ben görmeyeceğim, ama bir gün oynanacak," diye içindeki kırgınlığı dinmek bilmez umuduyla geçiştirmeye çabalayan şairin Bir Aşk Masalı, ölümünden tam otuz yedi yıl sonra, 4 Mart 2000'de, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nce, Atatürk Kültür Merkezi'nde, Türk sanatçılarca oynandı.
2002, UNESCO'nun yönlendirmesiyle, bütün dünyada Nâzım Hikmet'in yüzüncü doğum yılı olarak kutlanıyor. En yaygın dillere şiirleri değişik çevirmenler aracılığıyla tekrar tekrar çevrildi, çevrilmekte. İnternet'te onun adına birçok site var.
Sevgili memleketinde, sevgili Türkçesinde ise artık bütün kitapları bulunup okunuyor.
Ferhat dağı deldi... Çeşmeler suya kavuştu...
Onca kısıtlamaya, engellemeye karşın, Nâzım Hikmet'in, inanılmaz zenginlikte bir yaşam geçirdiği ise bu tür bir kitap hazırlanırken bütün görkemiyle ortaya çıkıyor. Onu çok yönlü ilişkileriyle eksiksiz veren bir "Nâzım Hikmet Ansiklopedisi" derlemek başarılabilecek bir iş değil.
Çok geniş bir aile... Çok çeşitli yerlerde, çok çeşitli insanlarla, çok çeşitli nedenlerle yaşanmış birliktelikler...
Okul arkadaşları, Heybeliada Bahriye Mektebi, şairler arasında dolaşmaya başladığı yıllar, Anadolu'ya geçerken tanıdığı kişiler, İnebolu, Ankara, Bolu...
Birtakım kırık dökük bilgiler ulaşmış günümüze. Ama kesinlikle yeterli değil. Yaptığınız ansiklopediye "madde" olarak girmesi gereken birçok şeyi atladığınızı görseniz de, çaresi yok.
Batum, Tiflis, Ahmet Cevat Emre'yle geçen günler. KUTV, orada dünya gençleriyle yaşananlar.
Bazı öykücükler biliyorsunuz o günlerden, doğru mu, ne kadar doğru?
TKP, komünistler, birlikte yeraltı etkinliklerine katıldığı yoldaşları, dostları, düşmanları.
Dava dosyalarından çıkarılan bilgiler, genelde savunma bilgileridir. Onların arkasındaki gerçeklere nasıl ulaşacaksınız?
Hopa Cezaevi'nden başlayarak, ayrı bir kitap dolduracak kadar çok sayıda cezaevi arkadaşlıkları, savcılar, müdürler, başefendiler, gardiyanlar, meydancılar, mahkûmlar, hiç kimseyi küçümsemeyen iyi bir insanın sayısız ilişkisi.
Babiâli, Darülbedayi, İpek Film.
Derken on yıl boyunca Bursa Cezaevi!
Bu kitapta örnekse Yakup Yıldırım, Eyüp Gültekin, Balcı Nuri, Dr. Neşati Üster, Ertuğrul yok.
O günlerden kalma fotoğraflara baksanız, "Şu da olmalıydı," diyeceğiniz daha başkaları da yok.
Örnekse Nâzım'ın Bursa Cezaevi'nde Vehbi adında bir arkadaşı vardı. Ne suçla yattığını doğru dürüst bilmiyorum. Alman casusu mu, İtalyan casusu mu, öyle bir şeyler söylerlerdi. Sanırım revirin sorumlusu oydu. Sağlık işlerinden anlar mıydı? Nâzım'ın odası da revirdeydi. Yakın arkadaş olmuşlardı. Vehbi sanki ithalatçı bir iş adamıymış gibi, dış ükelerdeki firmalarla yazışır, bilgiler toplardı. Cezaevinden çıkınca ithalat yapacaktı. Nâzım onun Türkçe yazdığı mektupları, gelen İngilizce yanıtları bana gönderirdi. İki yönlü çeviriler yaparken bayağı öğrenmiştim ticaret mektubu yazmayı. Vehbi cezaevinden çıkınca gerçekten bir firma kurdu, saat ithal edip bir gezici satıcılar ağıyla işyerlerinde taksitli satışlara başladı. Böyle bir gezici satıcılar ağıyla çalışmayı Türkiye'de ilk uygulayan kişi olduğu söylendi. Bir ticaret dehası diye övüldü. Sonunda bayağı zengin oldu, Beyoğlu'nda Gilda diye küçük, güzel bir dükkân açtı. Süs eşyası, takılar filan sattı. Hep görürdüm, dükkânın önünden geçerken. Sonra birden yok oldu. Öldüğünü söylediler. Gerçekten öldü mü, yoksa başka bir ülkeye mi gitti?
Nâzım'ı tanımaya, kişilik özelliklerini anlamaya yardımcı olacak bu arkadaşlık, yetersiz, yalan yanlış bilgiler yüzünden bu ansiklopedide yer alamadı. Oysa Bursa Cezaevi'ne gittiğimizde bizi müdürlüğün merdiveninde tertemiz takım elbisesi içinde ilk karşılayan Vehbi olurdu. Erkeklerin koku süründüğünü de ilk onda görmüştüm. Herhalde ticari yazışmalar sonucu eşantiyon olarak gönderilen bir erkek kokusuydu kullandığı. O zaman böyle şeyler yoktu Türkiye'de. Avrupa'da erkekler için özel kokular satıldığını söyleyen annem, Vehbi'nin cezaevinde niye böyle süslendiğini sorduğumda, "Kokulu horoz!" diye gülümsemişti.
Evet, bu ansiklopedide Vehbi maddesi yok. Doğru mu, yanlış mı olduğu bilinemeyen, kulaktan dolma bilgilerle madde yazılamıyor.