| Anlatı | Seçme Şiirleri | Tiyatro | Spor | Çeviriler | Albüm | Çeşitli | Günce | Anı | Deneme | Konularına göre derlenen denemeler | Yaşamöyküsü | Mektup derlemeleri | Yaşamı, sanatı, yapıtları dizisi | Antoloji |

Günce / ÖLÜNCEYE KADAR

ÖLÜNCEYE KADAR


ÖLÜNCEYE KADAR

Adam Yayınları, Mayıs 2003
Gunce 1: 473 sayfa
Gunce2: 465 sayfa sayfa
Haziran 1999

   Artık çalışarak yazı yazmam çok güç. Tümceleri geldiği gibi bırakacağım sanırım. Ayıklama, gözden geçirme yok.
   Bunlar sabah notları. Belki bir kitap, belki bir kitaba bir bölüm olur.
3 Haziran

   Dün hastaneden çıktım. Akşama doğru.
   Oksijen makinesine ek ikinci bir makineyle. Adı Bibap's..
.    Bu daha küçük, ama saldırgan, acımasız bir makine.
   Sürekli hastanede kalamayacağım için, eve almak gerekti. Hastanenin makinesiyle testler, ayrıca kan gazı ölçümleri sekiz gün sürdü. Giriş, çıkış, dokuz gün kaldım o korkunç yerde.
   Hastabakıcılarıyla tam bir engizisyon.
   Büyük bir şımarıklık içinde nedense bana karşı her türlü olumsuz davranışı sergilediler.

4 Haziran
   Dün bu yazı burada nasıl kesildi bilmiyorum. Sanırım yeni maske gelmişti. Geceleri takacağım, ağzımı da içine alacak maske.
   Burun maskesinden büyük, daha da yumuşak görünüyor, ama kullanımda birtakım sorunlar çıkarıyor.
5 Haziran
   Unutmadan yazmak istediğim bir şey var, ama daha başlamadan başka bir şey çıkıyor, bırakıyorum.
   "İkinci ölümüm bu hain" pek neşeli olmadı. Hastanede çok acı çektim, çok aşağılandım.
   Kabına sığmayan, işini kesinlikle sevmeyen, çılgın hastabakıcı kızların konuşma tarzları, davranışları katlanılır gibi değildi.
   Beni yaşlı bir bunak olarak ele aldılar. Emrettiler, şikâyetlerimi kesinlikle dinlemediler, gereksiz yere canımı yaktılar.
   Emretmek çok kötü bir şey değil diyelim.
   "Kolunu aç!"
   "Doğrul!"
   Hepsi emir, ama otuzun altında bir hastabakıcı kızla yetmişin üstünde bir hasta arasında emretmenin daha dolaylı yolları bulunabilir düşüncesindeyim.
   "Kolunuzu açar mısınız?"
   "Doğrulur musunuz?"
   Doktorlar böyle konuşuyor. Seslerinde ağaşılayıcı bir hava yok, ama hastabakıcılar korkunç.
   Hiç hazırlıklı değildim.
   Küçücük, gencecik kızlar, aşağılayıcı konuşma tonlarını birbirinden alıp üstüme üstüme gelmeye başlayınca, sanırım, ikinci gün,
   "Niye böyle insanı aşağılayarak konuşuyorsunuz! Yeter artık!" diye parlayacak oldum.    Yanıma sokmadım hastabakıcıları. Kollarımı filan da bağlamaya başlamışlardı. Makinenin hortumuyla oynayıp yerinden çıkarıyormuşum, şuymuş, buymuş... Buluyorlar bir şeyler...
   "Ben senin kollarını da bağlayayım da gör!"
   Her şeyden vazgeçip çıkmaktan başka çare yok hastaneden.
   Bağırdığımı duyup gelen sorumlu doktor kadın, benden daha yüksek sesle, benden daha çok kuralları bilmenin rahatlığıyla hastanenin tutsağı olduğumu, hiçbir yere gidemeyeceğimi güçlü bir demogojiyle anlattı.
   Bir pikenin altında çırılçıplak yaşlı bir adam, genç, diri, saldırmaya hazır yırtıcılara karşı ne yapabilir!
   Terliklerimden başka hiçbir şeyim yok hastanede. Pikeyi de aldılar mı, çırılçıplak kalırım ortada.
   Hastaneye tutsak olduğumu anlıyorum. Gücüm olsa da savaşamam.
   Karşımdaki saldırgan hastabakıcılara bakıp birine,
   "Sen gel!" dedim.
   Sevindi, en azından, gözleri bir parladı.
   Sorumlu doktor ne olup bittiğini sormadan, işin içyüzünü öğrenmeden niye hastaneden yana çıkmıştı?
   İşkenceciler güle oynaya işlerini sürdürdüler.
Devamı