Yaşam Öyküsü

   Memet Fuat 16 Şubat 1926’da, İstanbul’un Erenköy semtinde, Ethem Efendi Caddesi üstündeki Mehmet Ali Paşa köşkünde dünyaya geldi.
   Şaire Nigâr Hanımın düşürdüğü tarihten 21 Aralık 1899’da doğduğu anlaşılan babası Vedat Örfi, o sırada gerçi yirmi yedi yaşına girmişti, ama evlenince ayrı bir eve çıkmış değildi.
   23 Aralık 1906 doğumlu olan Piraye’yle, İstanbul işgal altındayken, Bursa’ya halasının evine konuk gittiğinde karşılaşmış, hızla gelişen bir aşk sonunda, daha eli ekmek tutmadan, kendisini çok seven, bir dediğini iki etmeyen babası Mehmet Ali Paşaya güvenerek evlenmişti.
   İyi yetiştirilmiş, Fransızca bilen, piyano çalan, o günlerin deyimiyle “kalemi kuvvetli”, yetenekli bir gençti. Ama yolunu seçebilmiş değildi. Gazetecilik ediyor, romanlar, oyunlar yazıyor, Darülbedayi’de (Şehir Tiyatrosu’nda) yakışıklı genç erkek (Jön) rollerine çıkıyordu.
   Evlendiklerinde Piraye on altı yaşındaydı.
   21 Aralık 1923’te ilk çocukları Suzan doğdu. O yıllarda kadınlar genellikle evlerde ebeyle doğum yaparlardı, ama bu doğum annenin yaşça küçüklüğü göz önünde tutularak Amerikan Hastanesi’nde gerçekleştirildi. Oğlunun tiyatroculuğa ağırlık verdiğini, geçimini sağlayacak doğru dürüst bir iş tutmaya yanaşmadığını görerek biraz huysuzlanmaya başlamış olsa da, köşkte yaşayanların bütün giderlerini Mehmet Ali Paşa karşılıyordu. Doğum bakım, hastalık sağlık, giyim kuşam, her şey...
   Piraye ikinci çocuğuna gebe kalınca, Vedat Örfi bu kez piyanistliğe karar verip, bir kemancı, bir de kadın şarkıcı ile üçlü bir grup oluşturarak Paris’e, alaturka konserler vermeye gitti. Bir çırpıda çok para kazanmak, çocuklarına “iyi bir gelecek” hazırlamak amacında olduğunu söylüyordu. Gözü hep yükseklerdeydi. Geçimini sağlamayı değil de, bayağı varlıklı bir insan olmayı özlüyordu.
   Gebe karısını, iki yaşını süren kızını baba evinde bırakıp Paris’e doğru “sonu belirsiz” bir serüvene atılmıştı.
   Önce Fransa’dan geldi mektuplar, kartlar; derken Mısır’dan... Günler, aylar, yıllar geçmeye başladı...
   Piraye Erenköy’de kocasını bekliyor, bir ebeyle köşkte doğan Mehmet ile ablası Suzan, babaları yerine, kendilerini çok seven dedelerinin çevresinde dolanarak büyüyorlardı.
   Bebeğin göbeğini keserken ebe, “Mehmet” demişti, dedesi de, bu ilk erkek torununa, Ayşe Sultanla evli olduğundan Paris’e sürgüne gönderilen kardeşi Fuat Paşanın adını verdi. Sonradan bunlara Piraye’nin annesi Nurhayat Hanım da “Engin”i ekledi.
   Vedat Örfi Paris’te alaturka konserlerden bir çırpıda çok para kazanamadığını görünce sinema alanına sapmış, birkaç filmde oyunculuk etmiş, yönetmenlik konusunda bilgiler edinmiş, sonra da orada öğrendikleriyle, daha sinemasını yeni yeni kurmaya çalışan varlıklı bir Ortadoğu ülkesinde iyi bir konuma gelebileceğini düşünerek Mısır’a geçmişti.
   Dört yıl kocasını sabırla bekleyen Piraye, sonunda bu evlilikten umudunu keserek çocuklarını alıp annesinin Kadıköy’deki evine gitmeye karar verdi.
   Ne var ki, Mehmet Ali Paşa Suzan’ı bırakmak istemiyordu.
   Suzan da, “Ben köşkümden ayrılmam,” diye diretince, Nurhayat Hanımın Sular İdaresi’nin sokağındaki sefertası evine gidenler yalnızca Piraye ile Mehmet oldular.
   Kadıköy’de, işgal altındaki İstanbul’dan kaçıp Bursa’ya sığındıklarında ailece tanıştıkları dostlarını da içeren bir çevreleri vardı. Piraye’nin 1930’da önce Samiye’yle, sonra Nâzım Hikmet’le tanışması o çevrede oldu.
   Nâzım bu kırmızı saçlı, içinde yeşil, kahverengi adacıklarıyla bal rengi gözlü, pembe beyaz genç kadını hemen benimsemişti. Ama Piraye açısından bir yakınlaşma öylesine kolay görünmüyordu. Küçük çocukları olan dul bir kadındı, üstelik daha kocasından ayrılma işlemleri bile tamamlanmamıştı...
   İki yıla yakın çekiştiler, nerdeyse kovalamaca oynadılar.
   Fahamet ile Vedat evlenince Nurhayat Hanım, Çamlıca’da Altunizade köşkünde teyzesiyle oturan küçük kızı Selma’yı da yanına alıp, bütün kızlarıyla birlikte, Sular İdaresi’nin sokağındaki sefertası evden Bahariye’de Ayia Triyada Kilisesi’nin yanına düşen Nispiye Sokağındaki (bugünkü adı Dr. İhsan Ünlüer Sokağı) beş odalı bir apartman katına taşındı.
   Nâzım’ın annesi Celile Hanım Piraye’yi iki çocuklu dul bir kadın olduğu için oğluna uygun görmüyordu. Piraye’nin annesi Nurhayat Hanım ile ondan ayrılıp ikinci bir evlilik yapmış olan babası Muhtar Bey ise, Nâzım’ı, komünist olduğu, ömrü cezaevlerinde geçeceği için kesinlikle istemiyor, kızlarına, “Aklını başına topla, gençliğin sona ermeden, varlıklı bir adamla, doğru dürüst bir evlilik yap,” diyorlardı.

1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10- 11