Yaşam Öyküsü |
Ama bu maçlar İstanbulspor’un antrenman yapmasını engellediğinden, antrenörleri çalışmaya gelen herkesi oynatabilmek için oyuncularını ikiye bölüyor, sahaya birinci yarı bir takım, ikinci yarı başka bir takım çıkarıyordu. İlk maçta önce asıl takımını oynatmış, 1-0 öne geçmiş, sonra yedeklerini oynatınca, durum 1-1 olmuştu. Bu beraberliğe biraz bozulduğu anlaşılan, hep kazanmaya alışık antrenör, ikinci maçı kendi istemiş, bu kez tersine önce yedeklerini, sonra asıl takımını oynatmıştı. Birinci yarıyı yedeklere karşı 1-0 kazanan Altınyurt, ikinci yarıda dört gol yiyip maçtan 4-1 yenik ayrılmıştı. Fenerbahçe, Galatasaray, İstanbulspor ile oynamak çok güzeldi, ama topu topu yedi maç. Sonra? Yaz kış, her hafta maç yapıyorlardı. Semt takımlarıyla, mahalle takımlarıyla ister istemez oynamak zorundaydılar. Ne kadar titiz davranılsa, işi bir kan davasına döndürenlerden ne kadar uzak durulmaya çalışılsa, gene bir yerlerden çıkıp geliyorlardı. “Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi yenmişler, İstanbulspor’la berabere kalmışlar.” Bu tür sözler, kümelerde oynayan yaşça büyük kabadayı futbolculara Altınyurt genç takımını büsbütün bir “erek” durumuna getirdi. “Bu piçlere mi yenileceğiz!” diye açıkça olay çıkarmaya geliyor, hakemlere, oyunculara saldırıyorlardı. Maç günleri sahanın çevresini eli şişeli sarhoş izleyiciler de doldurmaya başlayınca, içinde bulunulan koşullarda futbolun bir eğitim sporu olarak kullanılamayacağı görüşüne varıldı. “Bu takımı olduğu gibi bize verin,” diyen Galatasaray antrenörünün önerisi çocuklara bir çıkış yolu olabilir diye umutlanılarak benimsendi. Böyle bir öneri gelmese, onca emek boşa gidecekti. Sonuçta futboldan bütünüyle vazgeçildi. Bir süredir pazar günleri semtin huzurunu kaçıran sarhoş izleyicili maçlar böylece sona ermiş oldu. Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü ise tam o günlerde kulübü futbol şubesi açmamak koşuluyla federe etmişti. Basketbol, voleybol, eskrim, masa tenisi, atletizm dallarında Altınyurt bölgesel liglere katılabilecekti. Memet Fuat bu kez şiddete kapalı bir eğitim sporu olarak voleybolu seçti. Walter Winterbottom’un futbol kitabının yerini Rumen antrenör Dr. Gabriel Cherebetiu’nun voleybol kitabı aldı. Türkiye’de oynanan voleybolun dünyadaki uygulamanın çok gerilerinde kaldığını görmek, bu alanda kapsamlı bir araştırmaya girerek yeni bir anlayış edinmeyi adeta zorluyordu. Japonya’dan, Amerika Birleşik Devletleri’nden, Kanada’dan gelen kitaplar birbirini izlerken, Altınyurt yıldız erkek takımında başlattığı çalışmalar, Memet Fuat’ı, birkaç yıl içinde, önce İstanbul genç erkek karmalarının, sonra da genç ulusal takımın başına geçirdi. Türk voleybolunun yüksek paslardan, yatık, alçak, kısa, çabuk paslara geçiş döneminde, 1972’den 1980’e, erkek genç, umut, A ulusal takımlarının antrenörlüğünü birçok turnuvada Memet Fuat yaptı. Bu arada adları voleybol tarihinin baş köşelerine yazılan ünlü oyuncular yetiştirdi. Bir süre İtalya’da da oynayan unutulmaz smaçör Dünya yeğeni, Türk voleybolunu Japonya’daki 1998 Dünya Şampiyonası’na taşıyan takımın bir antrenör kadar bilgili pasörü Kenan ise oğluydu. Ayrıca, Altınyurt voleybol erkek takımı, profesyonellerin yer aldığı deplasmanlı Türkiye liglerinde, alt yapıdan gelen amatör oyuncularla tam on yıl oynayarak tekrarlanması olanaksız bir olayın gerçekleştiricisi oldu. Bu dönemde Altunizade semti bir voleybol cennetine dönmüştü. Kulübün çevresindeki evlerin her birinde, kızlı erkekli birkaç voleybolcu oturuyordu. Memet Fuat 1979-1982 yılları arasında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’nde (bugün Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi) öğretim görevlisi olarak voleybol dersleri verdi. 1980’e doğru, De Yayınevi’ndeki etkinlik nerdeyse bütünüyle durmuşken, üyesi olmadığı Yazarlar Kooperatifi, yayımlamayı düşündüğü “Yazko Edebiyat” dergisini yönetmesi için onu üyeleri arasına aldı. 1980-1983 yılları arasında üç yıla yakın süren “Yazko Edebiyat” yöneticiliği sırasında, Seyyit Nezir’e aktarılmasına aracılık ettiği De Yayınevi’nden bütünüyle uzaklaştı. 1981’de Adam Yayınevi’nin yerli yayınlar yönetmeni oldu. Türk kültürünün birçok yapıtını yeniden derli toplu yayımlamaya başlayan bu yayınevinde, birbirinden değerli kitapların yanı sıra, Nâzım Hikmet’in, Orhan Veli’nin yapıtlarının yanlışsız basımlarının yapılmasına öncülük etti. 1987’de emekli oldu, ama yayıneviyle ilişkisini büsbütün kesmedi. 1985’te yayımlanmaya başlayan “Adam Sanat” dergisinin genel yayın yönetmenliği görevini, solunum yetmezliğinden ikinci kez yoğun bakıma girip çıktığı 1999 yılına kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra vefat ettiği 19 Aralık 2002'ye kadar, yaşamını sürekli oksijen (SimO2), bir de kan gazını temizlemek için ara sıra bağlandığı (Bibap's) makinesiyle sürdürüyor ve günlerini elli yıldır yazdığı denemelerini derleyip toparlayarak, olabilirse yeni kitaplar yazarak geçiriyordu. Memet Fuat’ın 1959’da dergilerde çıkan denemeleriyle Ataç Eleştiri Armağanı’nı, 1961’de Düşünceye Saygı adlı kitabının birinci basımıyla Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri Ödülü’nü kazandığını daha önce söylemiştik. Yayıncılığa, sporlara ağırlık vererek geçirdiği yıllar boyunca dergilerde bıraktığı denemelerini kitaplarda toplamaya girişince, otuz yıl gibi uzun bir aradan sonra yeniden ödüller almaya başladı. 1992’de Çağdaşımız Makyavel adlı kitabıyla Sedat Simavi Ödülü’nü Gülten Akın’la paylaştı. 1995’te kendisine Kültür Bakanlığı “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” verildi. 1996’da bunu Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü Altın Madalyası izledi. 1997’de “Yaşasın Edebiyat” dergisinin yaptığı soruşturmada Gölgede Kalan Yıllar adlı yapıtı “Yılın Kitabı” seçildi. 2000’de ise “Dünya Kitap Eki”nin oluşturduğu bir yargıcılar kurulu Nâzım Hikmet adlı yapıtını “Yılın Kitabı” olarak değerlendirdi. 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10- 11 |